25 Ekim 2011 Salı

HESSE



Sanırım ben arayış içinde geçirilen hayatları okumayı ve seyretmeyi seviyorum.  İnsanın dinamik bir kendini geliştirme süreci içerinde olmasını çok yüce buluyorum. Varlık amacının sınırsız olasılıkları varken yosun tutmuş taş misali olmayı tercih etmek ne acı.  Varlığımı nasıl anlamlandırabilirim diye geceler boyu karın ağrıları çeken insanlar sonunda sanatsal patlamalar yaşayarak bizi de gelişim süreçlerine ortak ediyorlar.


Hermann Hesse de öyle biri işte. Yazdığı karakterler de kendi ruhsal devinimlerinden etkilenmiş. Gertrud romanında Kuhn adlı bir müzisyen ile bunu hissedebiliyoruz.
‘’…Artık haz ve elemi birbirinden ayırmaz olmuştum, biri ötekinin aynıydı bunların, ikisi de acı veriyor ikisi de hazlara boğuyordu insanı. Yüreğimde ister hüzün ister neşe olsun, varlığımdaki güç unların üstünde dinginlik içinde duruyor, durumu izliyor, aydınlık ve karanlığın birbirinden ayrılmaz kardeşler olduğunu görüyordu, üzüntü ve huzur aynı büyük müziğin ölçüleri güçleri ve parçalarıydı.’’
‘’…Rahatlık ve mutluluklar değil, güçsüzlükler ve yenik düşmeler için yaratıldığıma, bu gölgeler ve bu özveriler olmadı mı içimdeki yaratıcılık pınarının bulanıp cılızlaşacağına inanır gibiydim.’’
‘’…İnsan yaşamı derin ve kasvetli bir gece gibi geliyor bana, ancak yer yer çakan şimşeklerin katlanılır kıldığı ir gece; şimşeklerin ansızın baş gösteren aydınlığı insanın içine öylesine su serpiyor, öylesine bir harikuladelikle dolup taşıyor ki, ir iki saniye sürse bile yılların karanlığını silip atıyor ve bağışlatıyordu.’’
‘’…Düşünme denen şeyin çilesini çekmeyenler sabahleyin yataktan kalkmayı kıvançla karşılar, yiyip içecek olmalarına sevinir, yeterli görür bunları, durumun başka türlü olmasını istemez. Ne var ki u doğallığı elden çıkaranlar günün akışı içinde hırsla gözlerini açarak gerçek hayatı yaşayacakları anları kollarlar; öyle anlar ki çakı çakıvermeleri mutlu kılar insanı, bütün yaşamın anlam ve amacına ilişkin tüm düşüncelerle zaman duygusunu silip atar. Bu gibi anlar yaratıcı anlar diye nitelenebilir, çünkü Yaradanla bir birlik ve beraberlik oluşturdukları duygusunu insanda uyandırırlar; insan böylesi anlarda her şeyi, aşka zaman rastlantı gözüyle baktığı şeyleri bile bir istencin eseri olarak duyumsar. Mistikler ‘Tanrıyla bir olma’ ismini verirler buna. Belki de söz konusu anlardaki aşırı derecede parlak ışıktır ki, bütün öbür anları işte öylesine karanlık gösterir. Eklide kendileri dışında tüm yaşamın öylesine ağır, öylesine yapışkan nitelik taşıdığı, öylesine aşağılara çektiği duygusunu uyandıran, bu anlardaki özgürlüğüne kavuşmuş büyülü hafifliktir; bu anların insana sağladığı, boşlukta süzülüyor olduğu hazzıdır. Bilmiyorum, düşünce ve felsefede iyi değilimdir. Ama şunu biliyorum ki bir mutluluk, bir cennet varsa, böylesi anların şaşmadan sürüp gitmesinden başka şey değildir; bu mutluluk da çileyle, acılarda arınmayla ele geçebilecek gibi ise, o zaman hiçbir çile, hiçbir acı insanı yaşamdan kaçmaya zorlayacak kadar büyük sayılamaz. ‘’
‘’ …yaşamın o hazin budalaca karmaşasını düşündüm; sevginin bir yarar sağlamayabileceğini, birbirlerine karşı içlerinde iyi niyetler besleyen insanların yine de birirlerinden habersiz kendi yazgılarını, her biri kendi akıl ermez yazgısını yaşadığını , karşısındakine ne kadar yardım eli uzatmak, ne kadar yakın olmak istese de insanın bunu bir türlü başaramayabileceğini, sanki anlamsız ve bulanık kabuslar içinde hayret ve dehşetle düşünüp durdum. ‘’    
&
            Brahmin’in oğlu here kesin her şeyden çok sevdiği, ona bakanların içini sevinçle dolduran Siddhartha’nın içinde doğduğu inanç zihnini kurcalıyor onu huzursuz ve mutsuz ediyordu. İşte bu şekilde başladı arayış serüveni.

‘’ Huzursuzluğun içinde filizlendiğini duyuyordu. Babasının, anasının, arkadaşı Govinda’nın sevgilerinin bile kendisini mutlu kılamıyacağını, ona huzur veremeyeceğini, yetemeyeceğini, onu doyuramayacağını sezmeye başlamıştı. Değerli babasıyla öteki öğretmenlerinin, bilge Brahminlerin bütün bilgilerini, en iyi bilgilerini kendisine aktardıklarını, hepsini olduğu gibi kendisinde aç bekleyen o dağarcığa döktüklerini biliyordu; gene de dağarcığın dolduğundan, aklının doyuma ulaştığından, ruhunun huzura erdiğinden, yüreğinin tek duracağından kuşkuluydu.‘’
’Şu gerçeği bilmek için çok uzun zaman harcadım, daha da harcayacağım Govinda: İnsan hiçbir şeyi bilemez. Şuna inanıyorum ki her şeyin özünde bilme diyemeyeceğimiz bir şey yatıyor. Bir tek bilgi var, dostum. O da her yerde olan Atman’dır.’’
Kendini bulup kaybetmeler tekrar bulmalar ile devam etti Siddharta’nın serüveni…

                                                           &
Bozkırkurdu da Herman Hesse’in bir başka arayışlar içindeki  karakteri ve alıntılamak yerine okumanızı önereceğim çünkü sözde şablonlar aynı gibi görünse de Herman Hesse her  bir romanıyla, her bir karakteri ile bizi yeni bir yolculuğa çıkarmayı başarıyor.. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder