Sanırım ben arayış içinde
geçirilen hayatları okumayı ve seyretmeyi seviyorum. İnsanın dinamik bir
kendini geliştirme süreci içerinde olmasını çok yüce buluyorum. Varlık amacının
sınırsız olasılıkları varken yosun tutmuş taş misali olmayı tercih etmek ne acı. Varlığımı nasıl anlamlandırabilirim diye
geceler boyu karın ağrıları çeken insanlar sonunda sanatsal patlamalar
yaşayarak bizi de gelişim süreçlerine ortak ediyorlar.
Hermann Hesse de öyle biri
işte. Yazdığı karakterler de kendi ruhsal devinimlerinden etkilenmiş. Gertrud romanında Kuhn adlı bir
müzisyen ile bunu hissedebiliyoruz.
‘’…Artık haz ve elemi birbirinden ayırmaz olmuştum, biri ötekinin aynıydı
bunların, ikisi de acı veriyor ikisi de hazlara boğuyordu insanı. Yüreğimde
ister hüzün ister neşe olsun, varlığımdaki güç unların üstünde dinginlik içinde
duruyor, durumu izliyor, aydınlık ve karanlığın birbirinden ayrılmaz kardeşler
olduğunu görüyordu, üzüntü ve huzur aynı büyük müziğin ölçüleri güçleri ve
parçalarıydı.’’
‘’…Rahatlık ve mutluluklar değil, güçsüzlükler ve yenik
düşmeler için yaratıldığıma, bu gölgeler ve bu özveriler olmadı mı içimdeki
yaratıcılık pınarının bulanıp cılızlaşacağına inanır gibiydim.’’
‘’…İnsan yaşamı derin ve kasvetli bir gece gibi geliyor bana,
ancak yer yer çakan şimşeklerin katlanılır kıldığı ir gece; şimşeklerin ansızın
baş gösteren aydınlığı insanın içine öylesine su serpiyor, öylesine bir
harikuladelikle dolup taşıyor ki, ir iki saniye sürse bile yılların karanlığını
silip atıyor ve bağışlatıyordu.’’
‘’…Düşünme denen şeyin çilesini çekmeyenler sabahleyin
yataktan kalkmayı kıvançla karşılar, yiyip içecek olmalarına sevinir, yeterli
görür bunları, durumun başka türlü olmasını istemez. Ne var ki u doğallığı
elden çıkaranlar günün akışı içinde hırsla gözlerini açarak gerçek hayatı
yaşayacakları anları kollarlar; öyle anlar ki çakı çakıvermeleri mutlu kılar
insanı, bütün yaşamın anlam ve amacına ilişkin tüm düşüncelerle zaman duygusunu
silip atar. Bu gibi anlar yaratıcı anlar diye nitelenebilir, çünkü Yaradanla
bir birlik ve beraberlik oluşturdukları duygusunu insanda uyandırırlar; insan
böylesi anlarda her şeyi, aşka zaman rastlantı gözüyle baktığı şeyleri bile bir
istencin eseri olarak duyumsar. Mistikler ‘Tanrıyla bir olma’ ismini verirler
buna. Belki de söz konusu anlardaki aşırı derecede parlak ışıktır ki, bütün
öbür anları işte öylesine karanlık gösterir. Eklide kendileri dışında tüm
yaşamın öylesine ağır, öylesine yapışkan nitelik taşıdığı, öylesine aşağılara
çektiği duygusunu uyandıran, bu anlardaki özgürlüğüne kavuşmuş büyülü
hafifliktir; bu anların insana sağladığı, boşlukta süzülüyor olduğu hazzıdır.
Bilmiyorum, düşünce ve felsefede iyi değilimdir. Ama şunu biliyorum ki bir mutluluk,
bir cennet varsa, böylesi anların şaşmadan sürüp gitmesinden başka şey
değildir; bu mutluluk da çileyle, acılarda arınmayla ele geçebilecek gibi ise,
o zaman hiçbir çile, hiçbir acı insanı yaşamdan kaçmaya zorlayacak kadar büyük
sayılamaz. ‘’
‘’ …yaşamın o hazin budalaca karmaşasını düşündüm; sevginin
bir yarar sağlamayabileceğini, birbirlerine karşı içlerinde iyi niyetler
besleyen insanların yine de birirlerinden habersiz kendi yazgılarını, her biri
kendi akıl ermez yazgısını yaşadığını , karşısındakine ne kadar yardım eli
uzatmak, ne kadar yakın olmak istese de insanın bunu bir türlü
başaramayabileceğini, sanki anlamsız ve bulanık kabuslar içinde hayret ve
dehşetle düşünüp durdum. ‘’
&
Brahmin’in oğlu here kesin her
şeyden çok sevdiği, ona bakanların içini sevinçle dolduran Siddhartha’nın içinde doğduğu inanç zihnini kurcalıyor onu huzursuz
ve mutsuz ediyordu. İşte bu şekilde başladı arayış serüveni.
‘’ Huzursuzluğun içinde filizlendiğini
duyuyordu. Babasının, anasının, arkadaşı Govinda’nın sevgilerinin bile
kendisini mutlu kılamıyacağını, ona huzur veremeyeceğini, yetemeyeceğini, onu
doyuramayacağını sezmeye başlamıştı. Değerli babasıyla öteki öğretmenlerinin,
bilge Brahminlerin bütün bilgilerini, en iyi bilgilerini kendisine aktardıklarını,
hepsini olduğu gibi kendisinde aç bekleyen o dağarcığa döktüklerini biliyordu;
gene de dağarcığın dolduğundan, aklının doyuma ulaştığından, ruhunun huzura
erdiğinden, yüreğinin tek duracağından kuşkuluydu.‘’
‘’Şu gerçeği bilmek için çok uzun zaman harcadım, daha da harcayacağım
Govinda: İnsan hiçbir şeyi bilemez. Şuna inanıyorum ki her şeyin özünde bilme
diyemeyeceğimiz bir şey yatıyor. Bir tek bilgi var, dostum. O da her yerde olan
Atman’dır.’’
Kendini bulup kaybetmeler
tekrar bulmalar ile devam etti Siddharta’nın serüveni…
&
Bozkırkurdu da Herman Hesse’in bir başka arayışlar içindeki karakteri ve alıntılamak yerine okumanızı
önereceğim çünkü sözde şablonlar aynı gibi görünse de Herman Hesse her bir romanıyla, her bir karakteri ile bizi yeni
bir yolculuğa çıkarmayı başarıyor..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder